Bir varmış bir yokmuş… Sisli dağların eteğinde, çiçek kokulu rüzgârların estiği, deresi şırıl şırıl akan küçük bir köy varmış. Bu köyün adı Gökköy’müş. Gökköy’ün insanları sabah erken kalkar, tarlalarını sular, ekmek pişirir, akşamları da meydanda bir araya gelip hikayeler anlatırlarmış.

Bu köyde Mira adında meraklı, yüreği kocaman bir çocuk yaşarmış. Mira, her şeye soru sorar, gördüğü her canlıya selam verirmiş. Kuşlara “Günaydın!”, dereye “Hoş geldin!”, rüzgâra “Nasılsın?” dermiş. Köyün kedileri bile Mira’yı görünce mır mır mırlar, peşine takılırmış.

Bir gün, köyün üzerinde garip bir haber dolaşmaya başlamış:
— “Dağın arkasında minik bir ejderha görülmüş!”
— “Ateş saçıyormuş, çok tehlikeliymiş!”
— “Aman çocuklar, sakın o tarafa yaklaşmayın!”

Köylüler korkmuş. Oysa hiç kimse ejderhayı yakından görmemiş, sadece uzaktan bir gölge, birkaç parlak pul ve akşam üstü göğe karışan küçücük bir duman görmüşler. Ama kulaktan kulağa yayılan sözler, korkuyu büyütmüş de büyütmüş.

Mira ise korkmaktan çok merak etmiş. “Minik bir ejderha… Minikse neden tehlikeli olsun?” diye düşünmüş. Sonra ninesinin sözlerini hatırlamış: “Bilmediğin şeyden korkmak kolaydır; ama önce anlamaya çalışmak daha doğrudur.”

🌈 Pullu, Pofuduk ve Çok Utangaç

Mira, bir sabah sepetine birkaç elma, bir parça taze ekmek ve küçük bir şişe süt koymuş. “Eğer orada gerçekten biri yaşıyorsa aç olabilir,” demiş. Dağın arkasındaki patikadan usulca yürümüş; papatyaların arasından geçmiş, çam ağaçlarının reçine kokusunu içine çekmiş, kuşların cıvıltılarına eşlik etmiş.

Derken kayaların arasında minik bir sızlanma duymuş:
— “Hapşuu!”

Mira durup kulak kabartmış. “Bu… ejderha hapşırığı mı?” diye kıkırdamış. Sesi takip ederek, yosun kaplı bir kayanın ardındaki oyukta küçücük, gökkuşağı pullu bir ejderha görmüş. Ejderhanın gözleri inci gibi parlıyormuş. Kocaman değildi, bir keçiden biraz büyük, kuyruğunun ucunda pamuk gibi bir püskülü varmış.

Ejderha Mira’yı görünce hemen başını saklamış.
— “Korkma,” demiş Mira yumuşak sesle. “Ben sana zarar vermeyeceğim.”
Ejderha ürkek ürkek bakmış:
— “B… ben Kıvılcım,” diye fısıldamış. “Herkes benden kaçıyor.”

Mira sepeti açmış:
— “Ben kaçmıyorum. Elma ister misin? Ekmek de var, süt de.”
Kıvılcım çekinerek yaklaşmış, burnuyla elmaya dokunmuş. Tam ısıracakken birden yine:
— “Hapşuu!”
Hapşırınca ağzından minicik bir kıvılcım çıkmış; havada pıt diye sönmüş. Kıvılcımın yüzü kızarmış:
— “Ben hapşırınca böyle oluyor… O yüzden insanlar benden ‘ateş saçıyor!’ diye korkuyor.”

Mira gülümsemiş:
— “Korkulacak bir şey yok ki. Ben de güneşte çok kalınca hapşırırım.”

O gün Mira ile Kıvılcım çok konuştular. Kıvılcım, uçmayı yeni yeni öğrendiğini, ateşinin de sadece üşüdüğünde ya da hapşırdığında minicik kıvılcımlar saçtığını anlatmış. Aslında arkadaş istiyormuş, ama köylüler onu görünce kaçıyormuş.

Mira, “Ben senin arkadaşın olurum,” demiş. “Ama köylüler de seni tanımalı. Onlara kim olduğunu anlatabilirsek, korkuları geçer.”

🧺 Fırın, Festival ve Kırık Fırın

Gökköy’de her yıl Hasat Festivali yapılırmış. Herkes bahçesinden getirdiği meyveleri, tarladan topladığı buğdayı paylaşır, meydanda müzikler çalar, büyük fırında ekmekler, çörekler pişirilirmiş. Bu yıl da festival yaklaşırken köylüler hazırlığa girişmiş.

Fakat bir sabah, büyük fırın çat diye çatlamış! Fırıncının yüzü asılmış.
— “Bu halde fırını ısıtamam. Festival ekmekleri ne olacak?”

Köylüler dertlenmiş. “Fırın olmadan festival nasıl olur?”
Mira düşünmüş, düşünmüş… Sonra aklına bir fikir gelmiş ama söylemeye çekinmiş. Öğretmeni Ayça Hanım’ın “Fikirler denemeden bilinmez,” sözünü hatırlayınca cesaretini toplamış.
— “Sanırım bir yardımcı tanıyorum,” demiş.

Köylülerin şaşkın bakışları arasında Mira, dağa doğru koşmuş. Kıvılcım’la buluşup olup biteni anlatmış.
— “Fırını tamir etmeyi bilmiyorum,” demiş Kıvılcım, “ama kontrollü ısı verebilirim. Küçük, yumuşak ısı… Hapşırmadan!”

Mira ve Kıvılcım gece kimseler görmeden fırına gelmişler. Fırıncı da gizlice izliyormuş. Kıvılcım derin bir nefes almış, kuyruğunu yuvarlayıp göğsünü şişirmiş; ağzından ılık bir nefes çıkarmış. Taşların arasındaki nem kurumuş, çatlak taş hafifçe yayılmış, sonra fırıncı harcını sürüp parçayı oturtmuş. Biraz daha sıcaklık, biraz daha sabır derken fırın yeniden çalışır hale gelmiş.

Sabah köylüler fırının tıkır tıkır çalıştığını görünce sevinçten havalara zıplamış:
— “Mucize!”
— “Nasıl oldu bu iş?”

Fırıncı göz kırpmış:
— “Gece bir iyilik perisi yardım etti sanki,” demiş ve Mira’ya minnetle bakmış. Mira sadece gülümsemiş. Kıvılcım da uzaktaki çamların arasında utangaç utangaç kuyruğunu sallamış.

🌬️ Ansızın Çıkan Rüzgâr ve Kıvılcım’ın Sınavı

Festival sabahı meydan şenlik yeri gibi olmuş. Tezgâhlarda elma reçelleri, bal kavanozları, taptaze ekmekler dizilmiş. Çocuklar oyun alanına ip atlamaları, çemberler, renkli uçurtmalar getirmiş. Mira da bir uçurtma yapmış; üstüne kocaman bir gökkuşağı çizmiş.

Öğleye doğru aniden sert bir rüzgâr çıkmış. Uçurtmalar havada birbirine dolanmış, tezgâhlardaki örtüler uçmuş, birkaç fener devrilmiş. Bir fenerin fitili, rüzgârla savrulup kuru otların üzerine düşmüş; çalılar cızz diye alev almış!

— “Yangın!” diye bağırmış biri.
Köylüler paniklemiş, kovalarla su taşımaya koşmuşlar. Ama rüzgâr alevi büyütüyormuş. Çocuklar korkuyla geriye çekilmiş. Tam o sırada Mira’nın aklına Kıvılcım gelmiş. Koşarak dağa doğru bağırmış:
— “Kıvılcım! Yardım!”

Gökkuşağı pulları parıldayan minik ejderha bir anda belirmiş. Köylüler ürkmüş:
— “Ejderha!”
— “Sakın yaklaşma!”

Mira kollarını iki yana açıp Kıvılcım ile köylülerin arasına geçmiş:
— “Durun! O dostumuz! Lütfen bana güvenin.”

Kıvılcım hızla şişip sönen nefesler almış; ateşe ateşle saldırmanın tehlikeli olacağını biliyormuş. Bunun yerine kanatlarını güçlü güçlü çırpmaya başlamış. Havaya yükselip dereye doğru kocaman bir hava akımı oluşturmuş; dere suyunu kıyıdan havalandırıp alevlerin üzerine doğru yönlendirmiş. Su zerrecikleri rüzgârla birlikte ateşin üstünde buharlı bir perde oluşturmuş. Köylüler de aynı anda kovalarla su taşıyıp çevreyi ıslatmışlar. Kıvılcım en son bir ılık nefes vererek buharı artırmış; alevler tıss diye sönmüş.

Meydanı bir sessizlik kaplamış. Sonra bir alkış duyulmuş. Ardından bir diğeri… Derken herkes hem Kıvılcım’a hem Mira’ya doğru coşkuyla alkışlamış.

— “Bizi kurtardılar!”
— “Minik ejderha… bize yardım etti!”

Kıvılcım, utanmaktan pulları pembeleşmiş halde yere konmuş. Köylüler yaklaşırken tereddüt etmiş. Mira elini uzatmış:
— “Korkmuyorsunuz değil mi?”

Köyün en yaşlısı Dede Hasan öne çıkmış:
— “Biz bazen görmeden hüküm verdik. Oysa iyi olan, yaptığıyla belli olur. Hoş geldin küçük dost.”

🧩 Tanışma, Oyunlar ve Yeni Kurallar

O günden sonra Kıvılcım artık saklanmaz olmuş. Köylüler onunla kurallı bir dostluk kurmuşlar:

  1. Kıvılcım, köyde yüksek ateş üflemeyecek; ancak fırıncı veya demirci isterse kontrollü ısı verecek.

  2. Çocuklar, Kıvılcım’ın kuyruğunu çekmeyecek (çünkü gıdıklanıp hapşırabiliyor!).

  3. Köyün etrafındaki ormanda yangın güvenliği için gözcülük birlikte yapılacak.

  4. Her akşam dere kenarında oyun saati: uçurtma, topaç ve saklambaç!

Mira ile Kıvılcım birlikte uçurtma uçururken köyün çocukları sevinçle onlara katılırmış. Kıvılcım, uçurtmaları yüksekten nazikçe iterek rüzgâr yakalamalarına yardım edermiş. Bazen de fırıncıya incecik ısı verip gevrek simitler pişirmesine destek olurmuş. Demirci ustası, “Bu ısı tam da istediğim gibi,” diye şaşırıp kalırmış.

En güzeli de akşamlarıymış. Köy meydanında minderlere oturulur, Mira ile Kıvılcım günün hikayesini anlatırmış. Kıvılcım, dağdaki yıldızların en parlak göründüğü yeri söyleyip çocukları oraya götürür, gökyüzündeki takımyıldızlarını kuyruğunun ucuyla işaret edermiş. “Bakın,” dermiş, “şu parlak üç yıldız bir ejderhanın kalbini andırır. Adı Dostluk Yıldızı olsun.”

🧭 Korkunun Yerine Merak, Yargının Yerine Anlayış

Bir süre sonra Gökköy’e komşu köylerden de insanlar gelmeye başlamış. “Duyduk ki sizde minik bir ejderha varmış, hem de çok iyi kalpliymiş,” demişler. Gökköy halkı da misafirleri ağırlamış, onlara kurallarını anlatmış. “Güven, birlikte kurulur,” demişler. “Söz verip tutarsan, dostluk kök salar.”

Kıvılcım, misafir çocuklara ilk tanıştığında minik bir reverans yapar, sonra kuyruğunun pamuk püskülünü sallayıp gülermiş. Çocuklar da ona küçük hediyeler getirirmiş: resimler, minik taşlar, rengârenk kurdeleler… Kıvılcım hepsini mağarasındaki Dostluk Rafı’na koyarmış.

Bir gün yağmurlu bir sabah, gök gürlemiş. Kıvılcım gök gürültüsünden ürkermiş; hapşıracak gibi olmuş. Mira hemen omzuna elini koymuş:
— “Derin nefes… yavaş ver. Buradayım.”
Kıvılcım derin bir nefes alıp ılıkça vermiş. Hapşuruk, minik bir puf sesiyle geçmiş. İkisi kahkahalarla gülmüş. “Arkadaşlık,” demiş Mira, “bazen yanında durmaktır sadece.”

🎊 Büyük Şenlik ve Yeni Başlangıç

Bir yıl sonra Hasat Festivali yeniden geldiğinde Gökköy bambaşka bir yer gibiymiş. Meydanın girişine “Korkunun yerine merak, yargının yerine anlayış” yazan bir pankart asmışlar. Fırıncı’nın standında “Kıvılcımlı Simitler”, demircinin tezgâhında “Ejder Sıcağında Dövme” yazıyormuş. Çocukların oyun alanı, renkli uçurtmalarla gökyüzüne bağlanmış.

Mira, sahneye çıkıp mikrofona konuşmuş (aslında tahta bir kepçeye bağlanmış kocaman bir huni!):
— “Sevgili herkes, bugün yalnızca hasadı değil, dostluğumuzu da kutluyoruz. Bir yıl önce hepimiz bilmediğimiz bir şeyden korkmuştuk. Sonra konuştuk, dinledik, denedik. Meğer aradığımız, birbirimize güvenmekmiş.”

Kalabalık coşkuyla alkışlamış. Kıvılcım havaya zıplayıp iki tur atmış; ağzından yalnızca sıcacık bir nefes salmış. Gece olunca gökyüzünü binlerce yıldız süslemiş. Kıvılcım, kuyruğuyla “Dostluk Yıldızı”nı gösterip fısıldamış:
— “Orada, bak. Parlıyor.”

Mira gözlerini kapatıp dilek tutmuş: “Dilerim herkes, tanımadığı şeylerden korkmak yerine anlamaya çalışsın.”

Cesaret + Güven = Dostluk

Gökköy’ün insanları o günden sonra bir şeyi asla unutmadı: Korku, bilinmeyeni tanımadan önce gelir; güven ise tanıyınca büyür.
Mira’nın küçük bir adımı ve Kıvılcım’ın kocaman kalbi, tüm köyün yüreğini ısıtmıştı. Artık çocuklar, “Farklı olan tehlikeli midir?” diye sormadan önce “Onu tanıdık mı?” diye soruyorlardı.

Ve minik ejderha Kıvılcım, Gökköy’ün göğünde daima dostluk rüzgârını estiriyor; Mira da yanında, yeni meraklı kalplere cesaretle yaklaşmanın hikayesini anlatıyordu.

Gökkuşağı pulları her uçuşta biraz daha parlıyor, Gökköy’de dostluk her gün yeniden doğuyordu.