Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak bir köyde yaşayan yoksul ama iyi kalpli bir çiftçi ve eşi varmış. Bu çiftin en büyük hayali, bir çocuk sahibi olmakmış. Yıllar geçmiş, zaman su gibi akmış ama çocukları olmamış. Yine de umutsuzluğa kapılmamışlar, her gün dualar etmişler.

Bir gün kadın, sabah tarlasını sularken gökyüzüne bakıp dilekte bulunmuş:
“Ne olur Tanrım, bana bir çocuk ver. Boyu sadece bir parmak kadar olsa bile, ben onu çok severim.”

O gece, mucize gerçekleşmiş. Kadıncağız bir rüya görmüş. Rüyasında, minik bir bebek gülümseyerek ona doğru yürüyormuş. Uyandığında karnında bir sıcaklık hissetmiş. Aradan aylar geçmiş ve gerçekten de doğum zamanı geldiğinde, kadın minicik, bir parmak kadar uzunlukta bir erkek çocuk doğurmuş. O kadar küçükmüş ki, kibrit kutusunda bile rahatlıkla yatabilirmiş. Bu yüzden ona “Parmak Çocuk” adını vermişler.

Minik olmasına rağmen oldukça zeki ve cesurmuş Parmak Çocuk. Kendi yaşıtları gibi koşamıyor ya da top oynayamıyor olsa da, her şeyi fark ediyor, konuşmaları anlıyor ve çok akıllıca cevaplar veriyormuş.

Annesi ve babası onu çok severmiş ama aynı zamanda onu korumaya da çalışırlarmış. Fakat Parmak Çocuk her zaman dışarı çıkıp dünyayı keşfetmek istermiş.
“Ben küçük olabilirim ama aklım büyük! Macera beni çağırıyor!” dermiş.

Bir gün, babası ormana odun kesmeye gitmek üzere hazırlanırken, Parmak Çocuk:
“Baba, beni de yanında götür! Ben de işe yarayabilirim,” demiş.

Babası önce tereddüt etmiş ama sonra oğlunun ısrarına dayanamamış.
“Peki oğlum, ama dikkatli olmalısın,” demiş.

Yola koyulmuşlar. Parmak Çocuk, at arabasının cebine konmuş. Yol boyunca babasına rehberlik etmiş, “Sağa dön baba! Şimdi dur! Şurada güzel odunlar var!” demiş.

Odunlar yüklendikten sonra, yaşlı bir adam yaklaşıp arabayı kiralamak istemiş. Babası kabul etmiş. Parmak Çocuk da arabada kalmış ama adam onun varlığını fark etmemiş. Yolda Parmak Çocuk, adamın ne kötü niyetli olduğunu anlamış. Adam kendi kendine,
“Bu arabacı çok saf. Belki arabasını çalıp kaçabilirim,” demiş.

Parmak Çocuk hemen küçük bir taş alıp atın tepesine fırlatmış. At irkilince adam düşmekten zor kurtulmuş. “Ne oluyor ya?” demiş ama kimseyi görememiş.

Parmak Çocuk gizlice adama seslenmiş:
“Seni duydum! Arabayı çalmaya kalkarsan seni köylüye şikâyet ederim!”

Adam neye uğradığını şaşırmış, “Bu bir büyü mü? Kim konuşuyor?” demiş.

Adam, korkuyla arabayı bırakarak kaçmış. Babası geldiğinde arabasının hâlâ yerinde olduğunu görünce çok şaşırmış. Parmak Çocuk olanları anlatınca, babası oğluyla gurur duymuş.

Günler geçmiş. Bir gün Parmak Çocuk, kasabaya inmek istemiş.
“Yeni şeyler öğrenmek istiyorum,” demiş annesine. Annesi gözyaşlarıyla onu uğurlamış, yanına bir ceviz kabuğu ve minik bir iğneden yapılmış kılıç koymuş.

Yolda yürürken, bir fareyle tanışmış.
“Ben de yalnızım,” demiş fare. “Gel, birlikte gezelim.”
Böylece Parmak Çocuk ve fare arkadaş olmuşlar.

İkili, bir gün büyük bir sirkin önünden geçmiş. Sirkin sahibi, konuşan küçük bir çocuk gördüğünde çok etkilenmiş.
“Eğer bu çocuğu sirke alırsam, herkes onu izlemeye gelir,” demiş.

Sirkin sahibi Parmak Çocuk’a teklif yapmış:
“Sirkte çalışır mısın? Sana güzel kıyafetler, yiyecekler ve macera sunarım.”

Parmak Çocuk düşünmüş.
“Evet, kabul ederim ama istediğim zaman dönebilmeliyim,” demiş.
Sirkin sahibi kabul etmiş.

Parmak Çocuk, sirkte herkesi büyülemiş. Küçük boyuna rağmen sahnede dans ediyor, hikâyeler anlatıyor ve zıplayarak minik numaralar yapıyormuş. Herkes onu çok seviyormuş.

Ama bir süre sonra Parmak Çocuk memleketini özlemeye başlamış.
“Evim, annem, babam… Onları görmek istiyorum,” demiş.

Sirkin sahibi onu bırakmak istememiş ama Parmak Çocuk’un kararlılığını görünce ona bir minik altın kesesi hediye edip uğurlamış.

Dönüş yolunda, Parmak Çocuk bir leyleğin sırtına binmiş.
“Lütfen beni evime götür,” demiş.

Leylek, minik yolcuyu gökyüzünde taşıyarak ormanın üstünden geçmiş, tarlaların üzerinden süzülmüş. Sonunda köyüne ulaştırmış.

Annesi ve babası, Parmak Çocuk’u görünce mutluluktan gözyaşlarına boğulmuşlar.
“Sen artık sadece bizim küçük oğlumuz değil, aynı zamanda kahramanımızsın,” demişler.

Parmak Çocuk, evine döndükten sonra da maceracı ruhunu kaybetmemiş ama artık her gününü ailesiyle geçirmenin kıymetini daha iyi anlamış. Minik bedeni büyük bir kalbi taşıyormuş.

Ve o günden sonra köyde herkes Parmak Çocuk’un adını saygıyla anmış. Küçüklüğün cesaretle birleştiğinde neleri başarabileceğini herkese göstermiş.

Ve gökten üç elma düşmüş: Biri bu masalı okuyana, biri Parmak Çocuk’a, biri de hayal kurmaktan hiç vazgeçmeyen tüm çocuklara.

Ve masal burada biter.