Uzak diyarlarda, yemyeşil ağaçlarla dolu, kuş cıvıltılarıyla uyanan bir orman vardı. Bu ormanın kralı aslan, koca yeleli, heybetli bir hayvandı. Herkes ona saygı duyar, ama biraz da çekinirdi. Çünkü Aslan Roar, güçlüydü ama biraz ciddi görünürdü.

Bir gün, gökyüzünde minik bir kuş uçarak aslanın yuvasına geldi. Tüyleri maviyle sarının tatlı bir karışımıydı. “Merhaba Kral Roar,” dedi neşeyle. “Ben Cikcik! Ormanda yeni sayılırım. Sizinle tanışmak istedim.”

Aslan Roar önce şaşırdı. Bu kadar küçük bir kuşun, koskoca bir aslana dostça yaklaşması ona tuhaf geldi. Ama sonra yumuşakça gülümsedi: “Merhaba Cikcik. Cesaretine hayran kaldım.”

Günler geçtikçe Cikcik ile Roar arkadaş oldular. Cikcik, Roar’a ormanın en yüksek dallarından haber getiriyor, Roar da Cikcik’e yerdeki meyvelerden ikram ediyordu. Cikcik konuşkan ve meraklıydı, Roar ise bilge ve sabırlıydı. Birlikte mükemmel bir ikiliydiler!

Bir sabah, ormanın diğer hayvanları telaş içindeydi. Nehir taşmış, yuvaları sular altında kalmıştı. Filler, geyikler, sincaplar yardım arıyordu. Kral Roar, hemen harekete geçti ama bir sorun vardı: Su çok hızlı akıyordu ve bazı hayvanlar kurtarılamıyordu.

İşte o anda Cikcik devreye girdi. Uçtu, uçtu, uçtu… Nehrin karşısındaki yüksek kayalıklara ulaşarak yardım çağırdı. Ormanın diğer ucundaki hayvanları haberdar etti. Hep birlikte çalışarak, halatlar, ağaç dalları ve yapraklarla bir köprü kurdular.

O gün, ormandaki herkes birlikte çalışmanın ne kadar güçlü bir şey olduğunu öğrendi. Kral Roar, minik Cikcik’e döndü ve dedi ki:

“Boy büyük olmakla kral olunmaz. Kalbi büyük olan da ormanın lideridir.”

Cikcik utangaçça gülümsedi. O günden sonra Roar ve Cikcik’in dostluğu ormanda dilden dile dolaştı. Ve ne zaman bir sorun çıksa, büyük ya da küçük demeden herkes el ele verirdi.

Masal burada bitti ama dostlukları sonsuza kadar sürdü…