Bir varmış bir yokmuş, çok uzak diyarlarda, yıldızlarla konuşan, yıldırımlarla dans eden bir çocuk yaşarmış. Bu çocuğun adı Nikola’ymış. Nikola, sıradan bir çocuk değilmiş. Gözleri, geceleri gökyüzünü izlerken parlayan bir yıldız gibi ışıldar, aklı ise fırtınalı bir bulut gibi fikirlerle dolup taşarmış.
Nikola, Hırvatistan’ın Smiljan adında küçük bir köyünde doğmuş. Daha minicikken bile çok ilginç şeyler düşünürmüş. Bir gece, büyük bir fırtına sırasında dünyaya gelen Nikola, annesinin anlattığına göre yıldırımlar gökyüzünü aydınlatırken ilk çığlığını atmış.
“Bu çocuk ya büyük bir mucit olacak ya da gökyüzünü alt üst edecek,” demiş köydeki bilge nine.
Nikola büyüdükçe, en sevdiği şey hayal kurmakmış. Rüzgârla dönen değirmenleri izler, “Bu dönen kanatlarla acaba elektrik üretilebilir mi?” diye düşünürmüş. Evdeki saatleri, oyuncakları, hatta kırık eşyaları bile söker, içini inceleyip tekrar birleştirmeye çalışırmış.
Annesi çok becerikliymiş, iplikten aletler yapar, evde her bozulanı onarırmış. Nikola da annesinden bu becerileri öğrenmiş. Babası ise bir papazmış, şiir yazmayı severmiş. Ama o, Nikola’nın kitaplara dalıp gitmesine biraz endişeyle bakarmış.
“Bu çocuk, geceleri mum ışığında kitap okuyacak kadar inatçı,” dermiş.
Nikola’nın en büyük hayali, elektrikle tüm dünyayı aydınlatmakmış. Ama o zamanlar elektrik sadece zenginlerin evinde olurmuş ve çok pahalıymış. Nikola ise herkese ışık ulaştırmak istemiş. “Bir gün, karanlık köyler bile ışıl ışıl olacak,” dermiş.
Bir gün Nikola rüyasında garip bir şey görmüş. Büyük bir gölün ortasında dönen bir çark, çarktan çıkan ışıklar ve bütün dünyaya yayılan enerji… Uyandığında, rüyasında gördüğü şeyi defterine çizmiş. Bu, ileride onun “alternatif akım” denilen büyük buluşunun ilk tohumlarıymış.
Yıllar geçmiş, Nikola büyümüş. Avusturya’da ve Paris’te eğitim almış. Sonra Amerika’ya gitmiş; cebinde sadece birkaç para, aklında ise binlerce fikirle. Trenle New York’a geldiği gün, gökdelenlere bakıp şöyle demiş:
“Bu şehir benim fikirlerimle ışıldayacak.”
Amerika’da Thomas Edison adında başka bir mucitle tanışmış. Edison doğru akımı savunuyormuş ama Nikola alternatif akımı savunuyormuş. İkisi aynı gökyüzündeki iki yıldırım gibi çarpışmış. Herkes Edison’un doğru akımı kullanıyormuş çünkü onu daha güvenli sanıyorlarmış. Ama Nikola, “Benim sistemim daha az masraflı, daha güçlü ve daha uzağa gidebilir,” diyormuş.
İnsanlar başta Nikola’ya inanmamış. Ama o yılmamış. Karanlık atölyesinde geceler boyu çalışmış, deneyler yapmış. Bir gün Niagara Şelalesi’nden akan suyu kullanarak büyük bir elektrik santrali kurmuş. Ve işte o gün, Niagara Şelalesi’nden çıkan güçle şehirler aydınlanmış! İnsanlar artık gece de kitap okuyabiliyor, fabrikalar çalışabiliyor, sokaklar ışıl ışıl parlıyormuş.
Böylece Nikola Tesla, “Işıkların Büyücüsü” olarak anılmaya başlamış. Ampulleri uzaktan yakıyor, kablosuz elektrik deneyleri yapıyor, yıldırımlar çıkarıyor ve herkesin hayranlıkla izlediği gösteriler düzenliyormuş. Hatta bir gün bir robot bile yapmış! Bu robot, insanların söylediklerine göre tarihteki ilk uzaktan kumandalı makineymiş.
Ama Nikola sadece makinelerle ilgilenmiyormuş. Doğayı çok severmiş. Kuşlara yem verir, kedilerle oynar, bulutlara bakarak yeni fikirler bulurmuş.
Bir gün çocuklar Nikola’ya sormuş:
“Nikola amca, bu kadar çok şeyi nasıl biliyorsun?”
Nikola da onlara şöyle demiş:
“Ben doğayı dinliyorum. Bir ağacın yaprağına, bir yıldızın parıltısına dikkatle bakarsan, orada milyonlarca fikir saklıdır.”
Zamanla, insanlar Nikola’nın büyüklüğünü daha iyi anlamış. Onun sayesinde dünyada elektrik ucuzlamış, milyonlarca insan aydınlanmış. Radyo, elektrikli motorlar, kablosuz iletişim… Hepsi onun fikirlerinden doğmuş.
Nikola Tesla, ömrü boyunca büyük servetler kazanamamış ama aklındaki ışığı hiç kaybetmemiş. “Benim servetim, insanlığa bıraktığım ışıktır,” dermiş.
Ve işte böylece, yıldırımlarla doğan küçük çocuk, dünyayı aydınlatan bir mucit olmuş. Gökyüzüne her baktığınızda, parlayan yıldızların arasında bir tanesi daha parlaktır: Işıkların Büyücüsü Nikola’nın yıldızı…