Bir varmış, bir yokmuş… Uzak mı uzak, yemyeşil ormanlarla çevrili bir krallıkta, ihtişamlı bir saray yükselirmiş. Bu sarayda, adaletli bir kral, sevgi dolu bir kraliçe ve onların nazlı mı nazlı, güzeller güzeli bir kızları yaşarmış. Bu genç kızın adı Prenses Elira’ymış. Elira’nın altın sarısı saçları, gül gibi pembe yanakları ve inci gibi bembeyaz dişleri varmış. Ne var ki, Elira her ne kadar güzel ve iyi kalpli olsa da biraz sabırsız ve şımarıkmış. İstediği bir şey anında olsun ister, beklemeye tahammül edemezmiş.
Her sabah sarayın geniş bahçesinde yürüyüş yapar, kuşların cıvıltısı eşliğinde elindeki altın topuyla oynarmış. Bu top, onun en değerli oyuncağıymış. Güneşli bir yaz günü, Prenses Elira yine sarayın gölet kenarında oyun oynarken altın topunu yüksekçe fırlatmış. Ancak bu kez top, doğruca göletin derin sularına düşmüş ve gözden kaybolmuş. Elira gözlerine inanamayarak gölete bakmış, paniklemiş ve üzülerek ağlamaya başlamış.
Tam o anda, göletin içinden zümrüt yeşili derisiyle bir kurbağa çıkmış. Gözlerini prensesin yaşlı gözlerine dikerek nazikçe konuşmuş:
“Güzel prenses, neden böyle üzgünsün? Sana yardımcı olabilir miyim?”
Elira şaşkınlıkla kurbağayı süzmüş:
“Benim en değerli oyuncağım, altın topum gölete düştü. Onsuz ne yaparım bilmiyorum!”
Kurbağa, göletin serin sularına bakıp sonra tekrar Elira’ya dönerek şöyle demiş:
“Eğer onu sana getirirsem, bana bir söz verir misin?”
Elira başını sallayarak cevaplamış:
“Elbette! Ne istersen söz veririm, yeter ki altın topumu geri alayım.”
Kurbağa ciddiyetle sormuş:
“Beni dostun olarak kabul eder, sarayda birlikte vakit geçirir, hatta benimle aynı sofrada yemek yer misin?”
Prenses, bu istekleri pek ciddiye almadan gülümsemiş ve hevesle onaylamış:
“Tamam tamam! Ne dersen de. Yeter ki topumu geri ver!”
Kurbağa suya dalmış ve birkaç dakika sonra altın topuyle birlikte geri çıkmış. Elira sevinçle topunu almış ama kurbağaya teşekkür bile etmeden hızla saraya koşmuş. Kurbağa, olanlara üzülmüş ama Elira’nın sözünü unutmayacağını ummuş.
Ertesi sabah, sarayın büyük kapısında bir ses yankılanmış. Kapıdaki nöbetçi kralın huzuruna çıkmış ve şöyle demiş:
“Efendim, bir kurbağa geldi. Prenses Elira’nın dostu olduğunu söylüyor ve onunla birlikte yemek yemek istiyor.”
Kral şaşırarak kızına bakmış. Elira, utançla başını eğmiş. Kurbağaya verdiği söz aklına gelmiş. Kral, ciddi bir sesle şöyle demiş:
“Gerçek bir prenses, sözünü tutar. Misafirinizi içeri alın.”
Elira, isteksizce de olsa kurbağayı içeri aldırmış. Aynı masaya oturmak ona ilk başta çok garip gelmiş. Kurbağanın sesini, yürüyüşünü, hatta nefes alışını bile tuhaf buluyormuş. Ama kurbağa, Elira’ya karşı hep kibar ve sabırlıymış. Ne kabalık eder ne de serzenişte bulunurmuş.
Günler geçtikçe, Elira kurbağayla konuşmaya alışmış. Onun zekice sözleri, sabırlı yaklaşımı ve içten davranışları Elira’nın kalbini yavaş yavaş yumuşatmış. Her gün kurbağayla yemek yer, bahçede sohbet eder, hatta birlikte kitap okurlarmış. Elira artık onun dostluğu olmadan gün geçiremeyeceğini fark etmiş.
Bir gece, ay ışığı gökyüzünü gümüşle boyarken, Elira kurbağanın yanına gitmiş. Gülümsediği anda, ona olan sevgisini ve minnettarlığını göstermek istemiş. Yavaşça eğilmiş ve kurbağanın başına kocaman bir teşekkür öpücüğü kondurmuş.
Tam o anda bir mucize olmuş!
Kurbağanın etrafı altın ışıklarla çevrilmiş, vücudu dönmeye başlamış ve gözlerinin önünde yavaşça bir prens haline dönüşmüş. Elira gözlerine inanamamış. Karşısında duran kişi, yakışıklı, kibar ve asil bir gençmiş.
“Sen… sen kimsin?” diye fısıldamış Elira.
Prens başını eğerek cevaplamış:
“Ben Prens Edric. Bir zamanlar mutlu bir krallığın veliahtıydım. Ama kötü bir cadı, bana olan kıskançlığı nedeniyle beni kurbağaya dönüştürdü. Beni ancak içten bir dostluk ve gerçek bir sevgiyle öpülen biri eski halime döndürebilirdi. Sen bana bu dostluğu verdin, Elira.”
Elira gözyaşları içinde gülümsemiş. Bu hikâye, onun için sadece bir peri masalı değil, bir hayat dersi olmuş. Sabırlı olmayı, verilen sözün önemini ve dış görünüşe göre yargılamamayı öğrenmiş.
Prens Edric, sarayda kralla ve kraliçeyle tanışmış. Kral, genç prensi sevmiş ve Elira’nın ona duyduğu saygıyı ve sevgiyi görünce onların evlenmesine onay vermiş. Sarayda büyük bir düğün düzenlenmiş. Tüm krallık süslenmiş, halk sokaklarda kutlamalar yapmış. Kuşlar şarkılar söylemiş, göletin kurbağaları zıplayarak neşe yaymış.
Elira ve Edric, birlikte sadece bir aşk değil, dostlukla kurulmuş güçlü bir bağ yaşamış. Onlar artık yalnızca prens ve prenses değil, iki kalbiyle birbirini tamamlayan iki yol arkadaşı olmuşlar.
Ve gökyüzündeki yıldızlar altında, sarayın bahçesinde bir göletin kenarında el ele otururken Elira şöyle demiş:
“Gerçek sevgi bazen beklenmedik bir biçimde gelir. Bazen bir kurbağa şeklinde…”
Ve masal burada biter. Ama kalplerde dostluk ve sadakat kaldıkça, bu hikâye sonsuza dek anlatılır.