Bir zamanlar, yüksek dağların eteğinde, uçsuz bucaksız ormanlarla çevrili bir krallık varmış. Bu krallıkta, göğe uzanan bir kulede Melis adında genç ve güzel bir kız yaşarmış. Melis’in saçları ay ışığı gibi parlak, gözleri gökyüzü gibi masmaviymiş. Ama Melis’in en büyük özelliği, kulağının her fısıltıyı duyması ve rüzgarla konuşabilmesiymiş.
Melis, kulede yaşamaya mecburmuş çünkü doğar doğmaz onu oraya kapatan kötü kalpli bir büyücü varmış. Büyücü, Melis’in rüzgarla konuşabilen özel yeteneğini kıskanmış ve “Bu güç yalnızca bana hizmet etmeli!” diyerek onu kuleye hapsetmiş.
Kule çok yüksekteymiş. Kapısı yokmuş, sadece en tepesindeki pencereden bakılabilirmiş dış dünyaya. Melis, her sabah rüzgarla sohbet eder, ormanda neler olup bittiğini rüzgardan öğrenirmiş. Rüzgar, ona hayvanların oyunlarını, ağaçların fısıltılarını ve uzak şehirlerdeki kahkahaları anlatırmış.
Ama Melis’in kalbi özgürlük için atarmış. O da dışarı çıkmak, ormanı gezmek, insanlarla tanışmak istermiş.
Bir gün, rüzgar ona şöyle fısıldamış: “Ormana yeni bir yolcu geldi. Adı Arda. Cesur bir gezgin. O senin hikâyeni duydu.”
Melis şaşırmış: “Beni mi? Ama kimse burada olduğumu bilmez!”
Rüzgar hafifçe esmiş: “Ama ben bilirim. Ve fısıltımı ona taşıdım.”
Ertesi sabah, Arda kuleyi bulmuş. Uzun boylu, meraklı gözleri olan bir delikanlıymış. Kuleye yaklaşmış ve yukarıya seslenmiş:
“Melis! Rüzgar bana senden söz etti. Yardıma geldim!”
Melis umutla pencereye çıkmış: “Ama kule kapalı. Yalnızca rüzgar çıkabilir buradan.”
Arda düşünmüş. Yanındaki flütünü çıkarmış ve Melis’in tarif ettiği bir melodi çalmış. Rüzgar melodiyi sevmiş ve birden dağlardan, ovalardan toplanan rüzgarlar dönmeye başlamış. O kadar hızlı dönmüşler ki, kulenin taşlarını hafifçe sarsmışlar.
O anda, kulede bir ışık belirmiş. Melis’in saçlarından çıkan ışıltı rüzgarla birleşmiş ve büyücünün zamanında koyduğu büyüyü kırmış. Kuleye gizli bir kapı açılmış!
Melis heyecanla aşağıya inmiş. İlk kez toprağa ayak basmış. Arda ile göz göze gelmiş. “Sen geldin,” demiş Melis, “ve ben özgürüm.”
Ama işler o kadar kolay değilmiş. Büyücü, olanları fark edince sinirlenmiş. Hemen ormana gelmiş, kara dumanlarla Melis’i geri almak istemiş. Ama Melis artık yalnız değilmiş.
Rüzgar, ormanın dört yanından esmeye başlamış. Ağaçlar gürültüyle sallanmış, kuşlar kanatlanmış. Arda, Melis’in elini tutmuş: “Birlikte güçlüyüz.”
Melis gözlerini kapatmış ve rüzgara fısıldamış: “Beni değil, onu taşı! Onun yeri karanlıkta.”
Rüzgar, büyücüyü sarıp sarmalamış ve çok uzaklara, sisli bir dağın ötesine götürmüş. Büyücü bir daha dönmemek üzere kaybolmuş.
Orman sakinleşmiş. Güneş yeniden açmış. Melis, ilk kez gökyüzüne özgürce bakmış.
Kral ve kraliçe, yıllar sonra kızlarını bulmanın mutluluğunu yaşamış. Melis, sarayda kalmak istememiş ama. O artık doğayı seviyormuş, rüzgarla konuşmayı, çiçeklerin açtığını duymayı…
Melis ve Arda, ormanda bir ev yapmışlar. Çocuklara rüzgarın hikâyelerini anlatmışlar, kuşların şarkılarını öğretmişler. Melis, artık özgürmüş, ama daha önemlisi içindeki gücü keşfetmiş.
Ve rüzgar her sabah ona şöyle fısıldarmış: “Senin sesinle dünya güzelleşti.”
Ve masal burada biter, ama Melis’in fısıltısı rüzgarda hâlâ yaşar…