Bir varmış, bir yokmuş… Büyük, kalabalık bir şehirde Melek adında neşeli, meraklı ve hayal gücü çok geniş bir kız yaşarmış. Melek’in en sevdiği şey, dinozorlar hakkında yeni şeyler öğrenmekmiş. Odasının duvarlarında kocaman T-Rex ve Triceratops posterleri varmış. Raflarında dinozor oyuncakları, çekmecelerinde ise rengarenk dinozor çıkartmaları dururmuş.

Her gece uyumadan önce annesiyle birlikte dinozor kitapları okur, sonra gözlerini kapatıp kendini dinozorların yaşadığı milyonlarca yıl öncesine ışınlanmış gibi hayal edermiş. “Keşke bir gün gerçek dinozorları görebilsem,” dermiş kendi kendine.

Bir gün okuldan dönerken annesi ona sürpriz yapmış:
“Hazırlan bakalım Melek, hafta sonu seni Dinozor Müzesi’ne götürüyoruz!”
Melek sevinçle zıplamış, gözleri parlamış:
“Gerçekten mi? Harikaaa!”

Hafta sonu geldiğinde, Melek ve ailesi sabah erkenden yola çıkmış. Müze devasa bir binaymış ve kapısında kocaman bir T-Rex maketi ziyaretçileri karşılıyormuş. Melek hayranlıkla “Vay canına, tıpkı kitaplarda gördüğüm gibi!” demiş.

İçeri girdiklerinde dinozor iskeletleri, fosiller, interaktif ekranlar ve 3 boyutlu animasyonlarla dolu odalarla karşılaşmışlar. Melek her bir dinozorun özelliklerini dikkatle dinlemiş, notlar almış. Tyrannosaurus Rex’in avcı olduğunu, Stegosaurus’un sırtındaki plakaların onu koruduğunu ve Brachiosaurus’un dev boynuyla ağaçların en yüksek yapraklarına ulaşabildiğini öğrenmiş.

Müzenin bir köşesinde, eski ve sararmış bir harita ile bir büyüteç dikkatini çekmiş. Haritanın üstünde “Dinozorların Gizemli Ormanı” yazıyormuş. Melek’in içi içine sığmamış.
“Anne, baba, hadi bu haritadaki ormanı bulalım!” demiş heyecanla. Ailesi de bu maceraya eşlik etmeye karar vermiş.

Haritayı takip ederek, müzenin arka tarafındaki açık hava bahçesine ulaşmışlar. Bu alan, büyük yapay kayalar, gerçek boyutlu dinozor maketleri ve tropik bitkilerle doluymuş. Melek, kendini gerçekten tarih öncesi çağlarda gibi hissetmiş.

Bir Triceratops’un yanında fotoğraf çekilmiş, Velociraptor maketinin pençelerine dokunmuş. Tam da büyük bir kayanın yanından geçerken yerde parlayan bir nesne fark etmiş. Yere eğilmiş ve küçük, sert bir taş parçası bulmuş.
“Bu bir fosil olabilir!” demiş heyecanla. Taşı dikkatlice incelediğinde, içindeki minik kemik izlerini görmüş.

Fosili müze görevlilerine götürdüklerinde görevli çok şaşırmış.
“Melek, bu gerçek bir fosil! Üstelik oldukça nadir bir türe ait olabilir. Onu inceleyip müzemizde sergilemek isteriz.”

Melek sevinçten havalara uçmuş. Hayalini kurduğu dinozorlar dünyasında gerçekten bir keşif yapmıştı. Artık sadece bir dinozor hayranı değil, aynı zamanda küçük bir paleontolog olmuştu!

O günden sonra Melek, daha da çok araştırmaya başlamış. Her gün yeni bir dinozor türü öğrenmiş, çizimler yapmış ve hatta kendi dinozor hikayelerini yazmaya başlamış. Müze de Melek’in bulduğu fosile onun adını vermiş: “Fosil Melekus”.

Melek artık dinozorların dünyasında sadece bir ziyaretçi değil, bu dünyanın minik bir kahramanıymış.