Gecenin serin rüzgârı, kavak yapraklarını hafifçe titretiyordu. Gökyüzü pırıl pırıl yıldızlarla doluydu; ay ise sanki dünyaya gülümseyen kocaman bir yüz gibiydi. Defne, Arda ve Cem, apartmanın çatısına kurdukları küçük teleskobun etrafına toplanmış, sırayla gökyüzünü inceliyorlardı. Defne not defterine “krater – kenarları parlak, ortası gölgeli” diye yazdı. Arda, “Bak, şu parlak nokta Jüpiter olabilir!” diye fısıldadı. Cem ise başını kaldırıp gülümsedi: “Bence o yıldız bize göz kırpıyor. Belki de üstünde minik ışık dostlar yaşıyordur.”
Tam o sırada, sanki gökyüzünden yavaşça kopan bir kıvılcım, çatının yanındaki küçük bahçeye doğru süzüldü. Çocuklar nefeslerini tutarak izlediler. Parıltı, bir ateşböceği gibi zikzak çizerek indi, çimenlere hafif bir “tın” sesiyle kondu. Defne, “Hemen aşağı!” diye fısıldadı. Üçü merdivenlerden koşa koşa inip bahçeye vardı. Çimenlerin arasında, mermer gibi pürüzsüz, yumurta büyüklüğünde parıltılı bir taş duruyordu.
Taşın yüzeyi, sanki içinden yıldız tozu akıyormuş gibi kıvılcımlanıyordu. Arda, çok dikkatli bir şekilde dokundu. Bir anda taş ısındı, sonra da etraflarına şeffaf, titreşen bir ışık halkası yayıldı. Cem “Vaaaaay!” dedi, Defne ise “Sakin olun!” diye uyardı ama iş işten geçmişti; ışık halkası genişledi, üç arkadaşın etrafını sarıp yumuşacık bir rüzgârla onları havalandırdı. Kalpleri aynı anda hem hopladı hem de tuhaf bir şekilde sakinleşti.
Gözlerini kırpıştırdıklarında, ayaklarının altındaki zeminin sert ve tozlu olduğunu fark ettiler. Gökyüzü simsiyah değil, derin bir lacivertti; yıldızlar dünyanın göğündekinden çok daha parlak görünüyordu. Ufuk çizgisinde mavi bir küre ağır ağır dönüyor, ince bulut çizgileri kollarına dolanmış gibi dünyayı sarıyordu.
“Defne,” dedi Arda fısıldayarak, “sanırım… Ay’dayız!”
Cem zıpladı. “Aaa! Daha yükseğe sıçradım!”
Defne güldü: “Ay’ın yerçekimi Dünya’nın yaklaşık altıda biri. Yani daha hafif hissediyoruz.” Sonra ay yüzeyine çömelip eldiveniyle (evet, nasıl olduğunu anlamadan üzerlerinde ince, hafif bir astronot kıyafeti belirmişti!) gri tozu inceledi: “Bu ince tozlara ay regoliti deniyor. Güneşten ve meteorlardan kalan parçacıklar.”
O sırada ufka yakın bir kraterin üzerinden minik ışık topları süzülerek onlara yaklaştı. Hem yıldız, hem pofuduk pamuk şeker gibiydiler; yüzleri yoktu ama hareketleri çok neşeliydi. En öndeki ışık, ksilofon gibi tınlayan bir sesle konuştu:
“Hoş geldiniz, Dünya’nın çocukları! Biz Yıldız Dostlarıyız.”
Defne ağzı açık kaldı. Arda el salladı. Cem iki parmağıyla barış işareti yaptı: “Selam! Ben Cem, bu da Defne ve Arda. Biraz önce… taş… ışık… dönüş kapısı… Sanırım Ay’dayız!”
“Evet,” dedi Yıldız Dostu. “Sizi çağıran Parıltı Taşıydı. Ay’ın ışığı kısılıyor; Karanlık Gölgeler ışığımızı topluyor. Sizin cesaretinize ihtiyacımız var.”
Karanlık Gölgeler’in Fısıltısı
“Gölgeler mi?” diye sordu Arda. “Kötüler mi yani?”
“Belki kötü değiller,” dedi Defne. “Sadece… yalnız olabilirler.”
Cem başını salladı: “Tanışalım, konuşalım.”
Yıldız Dostları, üç arkadaşın etrafında daire çizerek yavaşça ilerledi. Kraterin kenarına geldiklerinde zeminin altında sanki nefes alan bir mağara varmış gibi bir uğultu duydular. Uğultu büyüdü ve kraterin gölgelik kısmından duman gibi koyu siluetler süzülüp ortaya çıktı. Gözleri yoktu, ağızları yoktu ama sanki bir şey söylemek istiyor gibiydiler.
Defne, elini kalbine koydu. “Merhaba,” dedi dikkatle. “Biz Dünya’dan geldik. Adım Defne; bunlar arkadaşlarım Arda ve Cem. Sizi dinlemek istiyoruz.”
Gölgelerin uğultusu yavaşladı; içlerinden biri, gece dalgaları gibi titreyen bir sesle konuştu: “Biz karanlıktan korkmayız. Karanlık, yıldızların parlaması için gereken boşluktur. Ama bu kadar ışıltı çok… gürültülü. Sessizliğe ihtiyacımız var.”
Arda kaşlarını kaldırdı: “Yani ışığı çalmanızın sebebi… sessizlik istemeniz mi?”
“Eko,” dedi başka bir gölge. “Ay yüzeyinde ses taşıyacak hava yok. Işık çok, ama biz sessizliği özlüyoruz.”
Defne gülümsedi. “Belki ışığı paylaşmanın bir yolu vardır. Dünya’da gecelerimiz olur; hem karanlığı hem ışığı severiz. Ay’ın evreleri gibi: hilal, ilkdördün, dolunay… Belki burada da ışık ritmi oluşturabiliriz.”
Cem parmaklarını şıklattı: “Işık ve gölge oyunu! Saklambaç gibi! Bir kısmı aydınlık, bir kısmı karanlık. Sıra sıra değişsin.”
Yıldız Dostları halkayı genişletti. “Deneyebiliriz. Ama Gölgelerin içinde çok yalnız olanlar var; ışığı bırakmakta zorlanabilirler.”
Defne derin nefes aldı. “O zaman önce arkadaş olalım.”
Kraterde Saklambaç ve Göktaşı Köprüsü
Plan basitti: Yıldız Dostları ve çocuklar, kraterin aydınlık kısmında ışık halkaları oluşturacak; Karanlık Gölgeler de gölgelik kısımda dinlenme alanları açacaktı. On adım ışık, on adım gölge; sonra yerler değişecekti. Bu, Ay’da ışığın düzenli nefes alıp vermesi gibi olacaktı.
İlk oyun, kraterde saklambaç oldu. Yıldız Dostları pırıltılarını kısmayı, Gölgeler ise kıvrımlarını yumuşatmayı öğrendi. Cem saklandı, Arda saydı. Defne, Gölgelerle sessizce konuştu: “Işığı tamamen kapatmadan, yumuşatmayı deneyin. Duman gibi, tül gibi…”
Gölgeler denedi. Yıldız Dostları da gerektiğinde parlaklığı düşürdü. Bir süre sonra kraterin içi ne yalnızca bunaltıcı parlak, ne de tekinsiz karanlıktı; denge vardı. Gökyüzünde dünya, kocaman mavi bir göz gibi onları izliyordu.
İkinci oyun için Yıldız Dostları çocukları Göktaşı Köprüsüne götürdü. Bu, kraterin üstünde asılı duran minik taş parçacıklarının oluşturduğu doğal bir geçitti. Adımlarını ritimle attıklarında taşlar tiz bir zil gibi çınlıyor, gölgeler bu sesi duymasa da titreşimini hissediyordu. Arda bir ritim tuttu: “Ta-ta, ta-ta, taaa!” Cem, elleriyle eşlik etti. Gölgeler kıvrımlarını ritme göre dalgalandırdı.
Defne, not defterine hızlıca yazdı: “Işık = görünür, gölge = görünmez ama hissedilir. İkisi birlikte müzik oluşturuyor.”
Ay Bahçesi’ni Aydınlatmak
Yıldız Dostları, çocukları son bir yere daha götürdü: Ay Bahçesi. Minik kristallerin büyüdüğü, pırıltılı tozların çiçek gibi açtığı bir alandı. Son günlerde ışık azaldığı için kristaller solgunlaşmıştı. Gölgeler bahçeye yaklaşınca titredi; burası onlar için fazla parlaktı.
Defne, diz çöktü. “Ay Bahçesi canlı kalmalı. Ama Gölgeler de rahatsız olmamalı.” Arda “Buldum!” diye bağırdı. “Bahçenin etrafına ışık çitleri çekelim. İçeride yumuşak ve sabit ışık olsun. Dışarıda gölgelik alanlar kalsın.”
Cem hevesle ekledi: “Işık çitlerini Yıldız Dostları yapar, gölgeler de dışarıda serinlik halkaları oluşturur. Böylece bahçe hem aydınlık hem huzurlu olur.”
Yıldız Dostları, kristallerin etrafında halka olarak dönüp yumuşak parlaklık yaydı. Karanlık Gölgeler halkanın dışına kıvrılıp sakin bir perde gibi yayıldı. Bahçenin ışığı cam fanus gibi sabit kaldı, dışarısı ise gölgelerin istediği kadar sessiz ve serindi.
Kristaller canlanmaya başladı; içlerinden renkli ışıklar sızdı. Defne şaşkınlıkla “Fotosentez gibi ama ışıkla besleniyorlar,” diye fısıldadı. Gölgeler, titreşimli sesleriyle mırıldandı: “Denge… mümkünmüş.”
Işık Anlaşması
Gecenin (ya da Ay’ın zamanına göre “ışık döngüsünün”) sonunda, Yıldız Dostları ile Karanlık Gölgeler bir Anlaşma Halkası oluşturdu. Halkaya üç çocuk da katıldı. Hep birlikte şu sözleri söylediler:
“İşık, parlamak içindir; gölge, dinlemek içindir. Biri olmadan diğeri eksik kalır. Dengeyi birlikte koruyacağız.”
Gölgeler, Parıltı Taşı’nı nazikçe çocuklara uzattı. “Dünya’ya dönerken bu taşı yanında götür, Defne. Bizi hatırlayın. Dönmek isterseniz, kalpleriniz uyumla attığında taş sizi yine çağırır.”
Cem, Yıldız Dostları’na sarılmak ister gibi ellerini açtı ama dostlar ışık oldukları için yalnızca sıcak bir his bıraktılar. Arda, göktaşı köprüsünde son bir kez ritim tuttu; Gölgeler kıvrıldı, Yıldız Dostları pırıldadı.
Işık halkası yeniden onları sardı. Hafif bir rüzgâr, bir kuş tüyünün havadaki dansı gibi üç arkadaşın etrafında döndü. Gözlerini kırpıştırdıklarında, yine apartmanın çatısındaki teleskobun yanındaydılar. Bahçeden hafif bir ıhlamur kokusu geliyor, şehir çok uzakta bir ninni gibi mırıldanıyordu.
Defne avucunu açtı: Parıltı Taşı, sönük ama sıcak bir kıvılcımla parlıyordu. “Gerçekti,” dedi. “Ay’da denge kurduk.”
Arda gülümsedi: “Ve daha yükseğe sıçradık!”
Cem, gökyüzüne bakıp fısıldadı: “Yıldız Dostları, iyi geceler… Gölgeler, iyi dinlenmeler.”
Ertesi Gün: Bilim ve Masal Yan Yana
Ertesi gün okulda Defne, öğretmeninin izniyle sınıfta kısa bir sunum yaptı. Ay’ın yüzeyinden çektiği çizimleri gösterdi; kraterlerin nasıl oluştuğunu, neden gölgelerin çok keskin olduğunu anlattı. “Ay’da hava yok; ses de bu yüzden yayılmıyor,” dedi. Arkadaşları merakla dinledi. Arda, sınıf arkadaşlarına “Sizce de bazen ışık çok, bazen gölge çok olmaz mı? Denge en güzeli değil mi?” diye sordu. Cem ise tahtaya “Işık + Gölge = Resim” yazdı, yanına da kocaman bir gülümseme çizdi.
Öğretmen, üçüne imrenerek baktı. “Bilim merakla başlar, çocuklar,” dedi. “Masallar da kalbin merakıdır. Siz ikisini birleştirmişsiniz.”
O akşam üç arkadaş yine çatıda buluştu. Parıltı Taşı’nı ortaya koydular. Bu kez taş sanki rahatlamış gibi ılıktı. Defne, “Belki bir gün Mars’a,” dedi. Arda, “Ya da Satürn’ün halkalarına,” diye hayal kurdu. Cem gülerek ekledi: “Ama önce ödev!”
Gökyüzüne baktılar. Ay bu kez ince bir hilaldi; tam söz verdikleri dengedeki gibi.
Sonuç: Işık ve Gölgenin Dostluğu
Defne, Arda ve Cem, Ay’daki kısa ancak unutulmaz yolculukta anladılar ki gerçek cesaret, önce dinlemek ve anlamaktan geçer. Yıldız Dostları’yla Karanlık Gölgeler’in ihtiyacı birbirinin tam zıttı gibi görünse de, denge onları bir araya getirdi. Işık parlamayı, gölge dinlenmeyi öğretti; birlikte olunca Ay Bahçesi canlandı, kraterler şarkı söyledi.
Çocuklar dünyaya, ceplerinde Parıltı Taşı, yüreklerinde yeni bir ilke ile döndüler:
“Hayatta çoğu şey zıtlıklarla güzeldir; dostluk, bu zıtlıkları yan yana koyabilme sanatıdır.”
Ve o günden sonra, her gece Ay’a baktıklarında bir yerlerde minik ışıkların pırıldayıp gölgelerin huzurla kıvrıldığını bilerek gülümsediler. Çünkü biliyorlardı: Bilim merakla, masal kalbin sıcaklığıyla yazılır; ikisi birleşince gökyüzü biraz daha yaklaşır.